26 Şubat 2009 Perşembe

Nights in Rodanthe-Sevgi Fırtınası


Sinemaseverler bilir.. Bazen hiç kafanızı yormıcak,sakin bi aşk filmine ihtiyaç duyarsınız.Hayat akıp gider ve siz yetişemezken ufacık bi boş anınıza o filmi sığdırmak istersiniz. Bazen kendinizin bile bayıcı film türü diye adlandırdığınız o tür,o anda sizi kurtarır kafanızdaki karmaşadan..

Aşk filmlerini belki siz duygusal zamanınızda izliyorsunuzdur ama ben sadece çok yoğun bi gün geçirmişsem severek izlerim.

Bugün hem prison'ın son bölümleri hem de matematik dersine fazla yüklenmem sonucu aşırı baş ağrım başladı.Gördüğüm herşeyi bir şekilde başka şeylere bağlamak ihtiyacı hissediyordum.Bir Çift Yürek kitabına başlamıştım iki gün önce.Oturup onu okumak rahatlatır sandım ama okuduğum kelimeyi bile harflerine ayırıp 1-29 arası aldığı sayılara göre toplamaya falan başladım.
İşte tam o anda kurtarıcım oldu bu film.

2008 yapımı olduundan pek çoğunuz izlememişsinizdir daha.Dediğim gibi aşk filmi..Ortalarına geldikce Jack Nicholson ve Diane Keaton'ın oynadığı Something's Gotta Give(Aşkta herşey mümkün) filmine benzetmeye başladım.İkisinde de karizmatik birer adam ve yaşca ileri oldukları halde vücutları hala taş gibi kalan birer bayan var.Ve her iki filmde de deniz kenarı bir ev söz konusu. Ve o evdeki anılar..

Fakat sona yaklaştıkca anladımki farklı filmler.Hatta Sevgi Fırtınası birkaç yönüyle pek çok aşk filminden ayrılmış.Ben ''Adam ne zaman bi aksilik çıkarıp kadını terk edicekte sonrada kafası basıp geri dönücek acaba'' diye izliyordum filmi.Hiçte öyle bir konu yoktu.Aksine farklı yönlere gitmek zorunda kalsalarda mektuplarla sevgilerini dile getirdiler.E-mail hatta mesajdansa mektup almayı tercih eden bi eski kafalı olarak bu durum çok sempatik geldi bana.Adamdan her gelen mektupta bende kadın kadar heyecanlandım..Yinede sonuna gelene kadar benim için hala fazlasıyla 'sıradan' bir filmdi. Fakat sonunda yeşil cinin oğluyla (hala adı böyle aklıma geliyo) kadının diyaloğu vardı ki bu üç-beş dk içindi aslında tüm film diyebilirim.

Ben sakinlemek için izledim.Zaten süresi 1,5 saat kadar,hemen bitiyor..Richard Gere'in son performansına seyirci olmak ve bir orta yaş aşkı filmini daha izlemek isteyenler için ideal.

24 Şubat 2009 Salı

Ne Scylla'ymış be hacım!

Dizi izlemenin pek çok güzel yanı var.Tek kötü yanı istediğini parça parça alıcak olman.Bir hafta beklemek zorundasın heyecanla,merakla.. Ben zaten kalpten sorunluyum bide her hafta o heyecanı kaldırmaz yüreğim.Dönem dönem olarak çektiriyorum,sora bikaç ay bekliyorum.Böylesi daha işime geliyor..

Prisonda 5.sezonda baya ilerleyince çektirdim 18 bölümü birden.Şimdi peş peşe izliyorum boş vakit buldukca..Günde üç bölüm izlemek en normali,yoksa ufaktan gerçek hayata döküyosun olayları.Paranoya falan başlıyor insanda..

Prisonda da 8.bölüme geldim çattım.İzleyemiyorum.Kötü olan bir şirket var.O şirketi devirmek için Scylla diye altı parçadan oluşan verilere ihtiyaç var.Sezon başından beri ecel terleriyle beş tanesini aldık.Son parçayı alıcakken,verileri uzaktan kablosuz olarak hafızasına çekebilen cihazı bi dangalak hacker yüzünden ele verdik. Dakika tam 23.30 şu an.İzleyemiyorum heyecanımdan.Hacker bizimkilere kızdı şirkete bulundukları yeri söyledi para karşılığı.Bir yandan onları Whayt yakalıcak mı onu düşünüyorum.Bir yandan Michael'ın annesi gibi burnu kanıyo ara ara,beyin tümörü olabilir mi ölür mü ona kaygılanıyorum.Bir yandan Sara'yla Gretchen karşılaşınca Sara napıcak sinir krizi geçirirse falan diye ona üzülüyorum.Bir yandan bizimkiler bulundukları yerde son Scylla için yaptıkları planı uygulayabilicekler mi yoksa o kazada biri ölücek mi onu düşünüyorum.Bir yandan da Bellick,Sucreye ölürsem anneme hapis köşelerinde ölmediğimi söyle arayıp diye vasiyet etti,lan yoksa Bellick mi ölüyo bu operasyon sonunda onu düşünüyorum.

Şu prisonda bende önde olan yakın çevremden biri olsada ona açıp sorsam öyle izlesem bary.Hem merak ediyorum hem heyecanımdan koltukta oturamıyorum.

Buraya kadar geldik artık şirketi devirelim,nolur uzatmasın şu senaristler ya başka konuya geçsinler artık.. Çok kinlendim oyunculara Gretchendan nefret ediyorum izlerken içimden etmediğim küfür kalmıyo.Biraz tartakladılarda şirkettekiler,içimin yağları eridi.. =)

Şimdi bide kuş kitabı sayfalarını verme karşılığı bizimkilerle ortak oldu.Sara nası bakıcak onun yüzüne.Hayatını kararttı kızın.Sırf izletmek uğruna yine yanına kar mı kalıcak bu kötülerin yediği naneler ya..Sinir oluyorum.. =(



Şu hatun bi gebersin hepinize tadelle dağıtıcam =)

23 Şubat 2009 Pazartesi

- 81.Oscar Ödülleri -




EN İYİ FİLM
Slumdog Millionaire
EN İYİ YÖNETMEN
Danny Boyle (Slumdog Millionaire)

EN İYİ ERKEK OYUNCU
Sean Penn (Milk)

EN İYİ KADIN OYUNCU
Kate Winslet (The Reader)

EN İYİ YÖNETMEN
Danny Boyle (Slumdog Millionaire)

EN İYİ YARIMCI ERKEK OYUNCU:
Heath Ledger (The Dark Knight)

EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU
Penélope Cruz (Vicky Cristina Barcelona)

EN İYİ ÖZGÜN SENARYO
Dustin Lance Black (Milk)

EN İYİ UYARLAMA SENARYO
Simon Beaufoy (Slumdog Millionare)

EN İYİ ANİMASYON FİLM
Andrew Stanton (Wall-E)

EN İYİ KISA ANİMASYON FİLM
Kunio Kato (La Masion En Petit Cubes)

EN İYİ SANAT YÖNETMENİ
Donald Graham Burt (The Curious Case of Benjamin Button)

EN İYİ KOSTÜM
Michael O’Connor (The Duchess)

EN İYİ MAKYAJ
Greg Cannom (The Curious Case of Benjamin Button)

EN İYİ GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ
Anthony Dod Mantle (Slumdog Millionaire)

EN İYİ KISA FİLM
Jochen Alexander Freydank (Spielzeugland)

EN İYİ BELGESEL
James Marsh and Simon Chinn (Man On Wire)

EN İYİ KISA BELGESEL
Megan Mylan (Smile Pinki)

EN İYİ GÖRSEL EFEKT
Eric Barba, Steve Preeg, Burt Dalton and Craig Barron (The Curious Case of Benjamin Button)

EN İYİ SES
Richard King (The Dark Knight)

EN SES MİKSAJI
Ian Tapp, Richard Pryke and Resul Pookutty (Slumdog Millionare)

EN İYİ KURGU
Chris Dickens (Slumdog Millionare)

EN İYİ FİLM MÜZİĞİ
A.R. Rahman (Slumdog Millionare)

EN İYİ ŞARKI
“O Saya” A.R. Rahman and Maya Arulpragasam (Slumdog Millionare)

ÖZEL ÖDÜL
Jerry Lewis

EN İYİ YABANCI FİLM
Yojiro Takita (Departures-Japonya)


........

Hugh Jackman'ın sunuculuğunu yaptığı ve Beyonceyle beraber danslarıyla renk kattığı 81.Oscar ödül töreninden de alnımızın akıyla çıktık. Böyle sunulsa ya tören.. =))

Slumdog Millonare'i ben izlemedim ama 8 ödülü birden alınca oturup oyuncularına trailerine fln baktım.Hindistanda çekilmiş bi film.Başrol oyuncularıda oralı ve hiçbi tanıdık oyuncu yok.
Tanıdık derken Sean penn de amca oğlum deil ama ünlü dediğimiz kesimden.Bütün rol aldığı filmleri bilip takip edince artık tanıdık gibi oluyosun.Bazen erkek arkadaşımla oyuncu tartışmasına gireriz hatta.Sanki akrabam gibi korurum kimi ünlüleri ben.. =)

Sean Penn demişken..İki gün önce izledim En iyi erkek oyuncu ödülünü aldığı Milk filmini.. Gerçek hayattan alıntı film.Daha öncede belgeseli ve filmi çok yapılmış.Ama ilk kez bu kadar senaryolaştırılmış.Ben izledikten sonra 'Ya bu adam acaba hakikaten gay mi' diye düşündüm =)) Ama baktım bizim yeşil cinin oğlu James Franco -ki ben adını bi türlü ezberleyemedim yeşil cinin oğlu demekten- O da gay rolünde.. Ondan beklemem asla.. Gözümle görsem inanmam =)) Yine başladım ahbap muhabbetine..

Bide Sean Penn gay olsa ben şaşırmam.Çünkü Benim adım Sam filminde de bir otistik rolü oynuyorki adamın normal halinde bile kusur arıyorum şimdi.. Belkide ufaktan öyle bi rahatsızlığı vardır diye.. =) Adam rol yapmıyor,sahneleri tek tek yaşıyor.Asla o parıltısı düşmüyor film boyunca.Bazı filmlerdeki iyi aktörler film içinde bazı sahnelerde performans düşürüyor cidden.Çok nadir mükemmel uyuşan mimiklerle görüyoruz. Ama Robin Williams ve Sean Penn hangi filmde oynarlarsa oynasınlar filmi bi başyapıta dönüştürüyorlar.. Robin Williams'a göre Sean Penn yolun başında tabii ama ben onların bu yönlerini çok benzer buluyorum.Aslında Adam Sandler da dahildi bu duruma ama Zohan ve Bed time stories filmleriyle çok hayal kırıklığına uğrattı bizi.. Ay ben gene çekiştirme moduma dönüyorum..Kısa keseyim en iyisi..Vehasıl,Sean Penn o ödülü sonuna kadar haketmiş,filmi izleyin hak vericeksiniz.
En iyi sanat yönetmeni,en iyi makyaj ve en iyi görsel efekt ödüllerini de Benjamin Button'ım almış.Artık haksız bi hayata maruz bırakıldığını düşünüp acıdığımız Benjamin üç ödül birden alınca içimize su serpildi.Sanki filmdeki Benjamine veriyorlar ödülü.. =)

Ama gerçekten mutlu oldum ben.Önce onun ödüllerine baktım hemen.Zaten söylemiştim en iyi makyaj ödülünü alır diye =) Wall-E de En iyi animasyonu almış ne güsel olmuş.En sıradışı animasyon bence O.
Slumdog Millonare'i izlemedim yinede inanıyorum o filmde haketmiştir ödüllerini. Merak edenler için 8 ödüllü filmin traileri burda! =)




Şunuda eklemeden edemicem.Cannes Film Festivali’nde En iyi yönetmen olarak ödül alan Üç maymun filmi Oscar ödül töreninde adaylığa giremedi. 69 yabancı film arasından elenip ikinci aşamadaki 9 film arasına girdik ama adaylık elemelerinde elendik. Yinede 2008 Cannes festivalinde Nuri Bilge Ceylan'ın ödülü alırken dediği sözleri unutmadık.. ''Bu ödülü, tutkuyla sevdiğim, yalnız ve güzel ülkeme armağan ediyorum" ...

19 Şubat 2009 Perşembe

Curious Case of Benjamin Button.....Benjamin Button'ın Tuhaf Hikayesi



Can Yücel'in bir yazısı vardır.Hayatı tersten yaşamak diye.. Filmin konusunu ilk duyduğumda o yazı geldi aklıma..

Filmi şöyle bi düşündüğümde en hoşuma giden yönü farklı bi konu seçilmiş olması ve merakımın en son sahnesine kadar bitmemiş olması.Bu filmi türkler yapsaydı emin olun bi çözüm bulunur ve farklı sonuçlanırdı..
Yazmak istediklerimi açıkca yazmak istiyorum bu nedenle filmi izlememişseniz bu yazımı okumayın..Çünkü merak ederek izlemenin tadı hiçbişeye benzemiyo.Yinede,olucakları bilsende ikinci üçüncü defada izlenebilinecek bi film.



Ölüm döşeğindeki yaşlı bi bayanın kızına Benjaminin günlüğünü okutmasıyla başlıyor film. İnsan o tarz sahnelere alışkın olduu için sanıyor ki hastanedeki anne-kızla alakalı bi durum olmıcak.Çünkü genelde ya hikayesi geçen insan ilk sahnedeki karaktere bağlanır ya da tamamen alakasız insanlardır o sahnedekiler,masalsı bi hava verilmesi için bu şekilde sunulur film izleyiciye.Ama ikiside değildi.Yaşlı kadınla Benjaminin aşkını Benjaminin yazılarından takip ettik.

Yaşadığımız ilişkilerde ne kadar yakın olsakta pek çok durumda ne düşündüğünü ne hissettiğini merak ederiz karşımızdakinin.Filmde Benjaminin bazı olaylardaki düşüncelerini izleyiciyle beraber yaşlı bayanda öğreniyor ve şaşırıyor.Bu durumda çok hoş bi hava katmıştı filme.

Yaşlı bayan(Daisy),bir hikaye anlatıyor..Yıllar önce yaşayan bir aile oğlunu savaşa yolluyor ve şehit düşüyor.Saatci olan baba terminal için yaptığı son saatini tamamlıyor ve açılışı yapılıyor.Herkes heyecanla beklerken birde bakıyorlarki saat tersine çalışıyor.Baba bilerek böyle yaptığını söylüyor ve açıklıyor.Zaman tersine akarsa belki kaybettiğimiz insanları geri kazanırız.Askere yollayıp şehit düşen oğullarımız belki evlerine dönebilir.. Ben zaten başlamıştım bu hikayede ağlamaya =) Filme bağlayıcı ilk sahneydi..




Benjamin Button,doğumunda annesini yitirmiş ve bundan dahada talihsiz olarak yaşlı doğmuş bir bebek. Babası eşinin ölümüne ve çocuunun talihsiz durumuna acısından bir huzurevinin kapısına bırakıyor Benjamin'i.Vücudunun yapısına anlam veremeyen huzurevi sahibesi,doktora gösteriyor bebeği.Doktor bebeğin sanki ölüm döşeğindeki bir yaşlı gibi bir vücuda sahip olduunu söylüyor.Sanıyorlarki birkaç gün yaşayıp ölücek bu yaşlı bebek.Bir taraftan ölümü beklenirken diğer taraftan vücudu gün be gün düzeliyor.Yedi yaşına kadar tekerlekli sandalyede yaşıyor daha sonra bastonla yürüyor..Sonraları bir süreliğine normal yaşında oluyor.Fakat tersten bir hayat bahşedildiği için git gide gençleşmeye başlıyor ve yaşadıkları bu durumu kaldıramıyor.. Daisyle seneler süren arkadaşlığı,Benjaminin normale dönmesiyle aşka dönüşüyor.Daisynin hamile olması ve Benjaminin hergün biraz daha gençleşmesi Onu düşünmeye itiyor.Ben bu çocuğa nasıl bi baba olurum?.. En sonunda çareyi terketmekte buluyor.O güçsüz halini sevdiği kadın ve evladı görsün istemiyor..





Son sahnelerde,Daisy Benjamini buluyor.Vücudu 9 yaşlarında ama ruhu 50li yaşlarda olarak.Hafızası kayıp olduundan hatırlayamıyor Daisy'i.En son ve beni en ağlatan sahnesi;Daisy'nin hayatının aşkını minik bi bebek olarak elinde tutarak ölümüne tanık olması..Şimdi bile gözlerim doldu.Film bitince zor kalkmıştım zaten yerimden.Biz Daisynin Benjaminin çocukluunda yanında oluşunu izlerken bir yandan Benjamin arka fonda,hayatımızı dikkatli ve istediklerimizi yerine getirerek yaşamamız gerektiğini anlatıyor.Zaten orada başlıyorsun ağlamaya.O karaktere öyle üzülüyorsunki..Onun yaşamındaki haksızlık içini parçalıyor resmen. Bide bu tarz her haksız yaşam filminde olduu gibi Benjamin de öylesine dürüst öylesine temiz ve sakin bir adamki..


Film 16 dalda Oscar adayı ve eminim En iyi film ve En iyi makyaj ödülerini alır.Mükemmel makyaj yapılmış çünkü.Cate Blanchett'in hiçbi zaman gerçek yaşını anlayamıyor insan.. Ve Brad Pitt'in 17-18 yaşındaki halinin kaş kusurunu saymazsak makyajları her yaşını mükemmel yansıtmış.







Geç kaldığınız bazı durumları anlatıcak ve harcadığınız her dkya deyicek bu filmi izleminizi şiddetle tavsiye ederim.Muhtemelen izlemeyenlerde okudu çünkü bu yazımı =)